Son iki gezimi Trakya’nın Kuzeyi”ne yapmıştım .
“Şimdi biraz da Trakya’nın Güneyi’ne gitme zamanıdır” deyip depomu akşam
dan doldurdum.
Sabah mutad kahvemi içtim ve 07.20 de Çorlu’dan Yola cıktım.
Meteoroloji’nin “Poyraz fırtınası” uyarısına rağmen hava sakindi.
Yolu boş bulunca mola vermeden,gaz açarak İpsala’ya kadar devam ettim.
08.45 İpsala’dayım,Henüz 148 km olmuş.
Fotoğrafa dikkatli bakarsanız,karşıda görülen yerleşim birimi sınırın ötesinde Batı Trakya’da bir köy.
Bu resmi çektikten sonra tripodu unuttugumu farkettim.
“Belki bir fotoğrafcı bulursam tripod alırım” ümidiyle girdiğim İpsala’daki kücük fotografcı dükkanı henüz açılmamıştı bile .Zaten tripod satacak kadar kapasitesi de yoktu gördüğüm kadarı ile.
Buraya kadar gelmişken Sınır kapısını görmemek olmaz,uğurlu gelir ümidiyle sınır kapısına kadar giitim.
Yolda 5-6 km TIR kuyruğu vardı.
Ne kadar niyetlensem de uzun zamandır öbür tarafına geçmek istediğim ve geçemediğim sınır kapısı.Hep o teğet yüzünden,yollarımı tıkadı iki yıldır.
“Teğet geçiyor”, ben geçemiyorum.Nasıl teğetse.
Teğet’i yanlış öğreten Matematik hocasına bu vesileyle hürmetlerimi sunarım.
İpsala iki caddelik küçük bir sınır ilçesi ve en büyük geçim kaynağı çeltik üretimi.
Çeltik için su Meriç Nehri’nden sağlanıyor ve böyle kanallarla dagıtılıyor.
İpsala’dan Paşaköy yoluna girdiğimde tek endişem güzergahın sınıra yakın oluşu sebebiyle yasak bölgeler yüzünden geri cevrilmek.
Sonra daha farklı bir endişe gelişti.
Etraftan sürekli silah sesleri geliyordu.”Foto safari yapalım” derken av olmak işten değil.Av sezonu yeni açıldı zaten.İpini koparan coktur.
işte Meriç Deltası’na yaklaştığımın ilk işareti.
Avcıların çokluğu boşuna değilmiş:
Paşaköy’de bir gölcük.
Çeltik denizi bu olsa gerek.
Paşaköy ve Yenikarpuzlu’dan geçiyorum,Yol gayet güzel,ıssız bir asfalt.
Kanallardan cam gibi tertemiz bir su akıyor,üstelik debisi oldukça yüksek.
Tarlaların üzerinde ipte asılı olanlar kuşlara karşı bir nevi korkuluk,bazısına Çin uçurtmaları bile asmışlar
Çeltik böyle bir sey:
Tarlanın dibindeki suya dikkat !
Yenikarpuzlu’dan sonra kanal boyundan ilerliyorum,Etrafta silah sesleri daha da sıklaşıyor
Böyle bir kırçiçeği görüyorum.Kirlettiğimiz Dünya’da,her şeye inatla direnmiş bir organizma.
İpsala köylerinde motosiklet çok yaygın Hatta en yaygın araç.
Bir tanesinde plaka yoktu ama plakalıkta kocaman “No Fear”çıkartması vardı,Aslanım be!
Bu gençler balığa gidiyor.
Az önce sakar avcılar hakkındaki endişemden bahsetmiştim;
İşte sebebi buymuş.
Köylüler” top” diyorlar buna.
Bir kaç dakikada bir patlıyor ,bunu açığa koymuşlar ,digerlerini göremedim
Domuz gölünü zar zor fark ediyorum,Bitki örtüsünden görmek mümkün değil.
Muhteşem su sesinden santrifüjlerin sesi duyulmuyordu:
Enduronun keyfi yolun üç buçuk kuvvetinde olduğu anda başlar
Gala Gölü göz kırpmaya başladı;”daha ne sürprizlerim” olacak dercesine.
Zahmetli yollar muhakkak bir güzelliğe açılır doğada.

Yolun zahmeti kantara sığmaz oldu be,bundan sonrası cennet mi ola?
Bu fotoğrafı ofisime asacağım.
Kendimi güçsüz hissettiğim anlarda bakmak ve o kır çiçeğinin direncinden cesaret almak için.
Gala Gölü kıyısından devam ediyorum
Gölün keyfini çıkaranlar.
Yol bazen düzeliyor
Yaban ördekleri
Yol hala böyle devam ediyor
Karşıda bir Batı Trakya Köyü
Her avcının rüyası,palavra malzemesi
Gala gölü kıyısında üç tane hurda görüyorum,bana Amerikan Filmlerindeki ıssız çiftlik sahnelerini hatırlatıyor hurdaların sahibine yolun devamını soruyorum soruyorum.
“Aha böyle devam ediyor,hep aynı “diyor
Gala gölünde karşılaştığım Erzurumlu çoban.

Gevşek mıcırlı bir yol başlıyor,görünüm güzel gibi ama öncekilerden daha tehlikeli,

Uzaktan Enez görünüyor
Geriye baktığımda yolda benim izlerimden başka iz yok,zaten hiç bir araçla karşılaşmadım uzun zamandır.
Enez’e giriyorum ve doğruca Enez Kalesi’ne yöneliyorum
Enez Kalesi’nden Meriç Deltası
Ufukta Semadirek(Taşoz)adası,Adı gibi direk,adı gibi taş.Yaklaşık 20 mil uzakta.
Önümüzdeki bulanık mavilik Dalyan gölü,,sonraki koyu mavi çizgi Saroz Körfezi
Hadi bakalım 10 saniye içinde 12-13 metre koş,geri dön poz ver.
Şapelde taş üzerine koyduğum fotoğraf makinası ile ancak bu kadar oldu.
Enez Ayasofyası
Bu nasıl bir işçiliktir?
Beyaz mermer değil,alçı olsa yapabilecek babayiğit kaç tanedir şimdi?
İşte burada gölgenin en keyiflisi vardı
Bu dede Enez kalesi’nin eski bekçisi
Tam bir zıpır,bakışlarından belli zaten.
“sigaran var mı” diye sordu.
“oruç yok mu”?dedim,
Henüz Ramazan’ın ilk günü,
Cevap “ben de senin gibi seferiyim,ama ne zaman nereye gideceğim belli değil,yaş olmuş seksen bir”
Onunla konuşurken aklıma 83 yaşındayken bir Alman’la nişanlanan ve nişan yüzüklerini bana taktıran rahmetli Hasan Dedem geldi.Dedem o yaştan sonra elinde Almanca sözlükle dil öğrenmeye çalışıyordu.
Enez çıkışında depoyu tamamlıyorum,200 km de 38 Tl yakmışım.İpsala’ya kadar tam gaz,Karpuzludan sonra nadiren 2.vites olunca 5.5 Lt/100 km zirvesine çıkmışım.
Sonra Şabanmera Köyü’ne doğru devam ediyorum.
Eşeğe sormuşlar:
“İnişi mi çıkışı mı seversin “diye
“düz yolun suyu mu çıktı?”demiş.
Suyu çıkmamış düz yol bu olsa gerek.
Bir tepenin yamacında kurulmuş Şabanmera köyü,
Yol yine gevşek,yine can sıkıcı ,kumla karışık çakıllı bir stabilize,
Bu yola motorla girenin söyleyeceği “en hafif söz kaypağın önde gideni” olur.Ben ağırlarını söyledim.
Suluca’dan sonra asfalta çıktım,
Erikli Köyü altında Tuzla gölü,
Fotoğrafı çektiğim yer ise tam bir çöplük.Köyün girişinde üstelik.
Bu yazıyı hazırlarken Google Earth üzerinde uzunkum plajı’nı fark ettim,Keşke daha önce olsaydı.Başka bir geziye kısmet.
Mecidiye’den İbrice Limanı’na inerken sağdan taş ocağı yoluna girilecek ve 3 km sonra sahil
İbrice Limanı
Geçmişte İzmir’den, Gökçeada ya gelen gemiler geçmiş yıllarda yüklerini bu limana boşaltırlar, develerle Uzunköprü’ye taşınan ticaret malları buradan trenle İstanbul’a gönderilirmiş. Limanda gümrük binası, hamam, ticaret mağazası gibi ünitelerde bulunurmuş. Şimdi sadece kalıntıları görünen binalar, bölgenin ikinci derece sit alanı olması nedeniyle yıkılmış.
Şimdilerde dalgıçların gözde mekanı,
Bundan sonra böyle bir yol var,maçası sıkana.Yokuşu “bu yola girmekle iyi mi kötü mü yaptım”? diye düşünerek çıktım
Yolun zemini taşlık ve oldukça sert,delikanlı bir yol gibi görünüyor şimdilik,
Ama böyle manzaralar da var
Yolda delikanlılık bitti ama geri dönüş için oldukça geç.İbrice Limanı’ndan beri 2 .vitesi özledim üstelik enerjim tükeniyor,sabahtan beri tek molam Enez kalesinde çay bile içmeden 20 dakika.
Arkadan bir panelvan geliyor,durduruyorum,”Sazlıdere sahiline kadar hep böyle “diyor şöför yol veriyorum geçip gidiyor.Moralim düzeldi be.
Burada motoru durduruyorum,Ter içindeyim,kurumak gerek,Su içmek gerek.
Manzaranın keyfini çıkarmak gerek.
Issız yolların yorgun motorcusu
Issız yolların çilekeş,tozlu motoru, tay gibi
Tripodum yoksa ağaç kütüğü de mi yok?
Birkaç kilometre daha ilerliyorum ve asfalta çıkıyorum.
Sazlıdere Sahili
Kayabaşından ikindi güneşi,”gün batımı nasıl olabilir ? diye düşünüyorum
Kayabaşı’nda sevimli bir kır kahvesi-lokanta var,Yaz- kış açıkmış.Bir aile işletiyor
Baba Ahmet KAYABAŞI yanıma geliyor,sohbet ediyoruz.
”Sahillerde köylülerin yerlerinin kalmadığından,hepsinin satıldığından” dem vuruyor.
Yola devam ediyorum.
Adilhan yakınında asfalta çıkıyorum ve Gelibolu yönüne sapıyorum.
Uzun süredir gözüme ilişen ıssız sahile inen bir patika bulmaya çalışıyorum.
Birinci denememde patika bir anızın içinde bitiyor.
Başka bir patikadan sahile ulaşıyorum
Çok sığ bir kıyı,yüz metreden ilerledikten sonra bile deniz bile ancak 50 cm derinlik var
Karşımda deniz,arkamda motorum,Meteorolojinin uyardığı Poyraz fırtınası kendini hissettirmeye başladı,
Bir kuytu buluyorum.
Yalnız motorcunun yemek zamanı.
Enduro sevdalısı arkadaşım Ömer ŞİRİN olsaydı burada
“Aga,beni bırak,huzur burada,huzur şimdi” diyeceği an.
Yalnız motorcunun yemek zamanı.
Sonra içme suyumun azaldığını fark ediyorum,demek ki kahve içemeyeceğim.
Mera çiçekleri
İğdeler için erken gelmişim
Yemek üzeri meyve
Saat 17.30 olmuş bile .Farlarımı kontrol ediyorum,Far ampulünün uzun huzmesi göçmüş,Sarsıntıdan olsa gerek.
Sert bir poyraz esmeye başladı
Poyrazla “Sen mi yaman, ben mi yaman? İnatlaşmalarından sonra saat 19.20 de Çorlu’ya dönüyorum.
“Yaşadın mı büyük yaşayacaksın,ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına.
Çünkü” ömür”dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana”.
Ataol BEHRAMOĞLU